Thursday 3 April 2008

yine uğultulu tepelerdeyim. soba sönmüş, tepeliler uyumak üzere odalarına çekilmişler, hiç ses yok. nasıl oldu da bir anda burada buldum kendimi? sabah zar zor uyanmıştım. derslerde gözlerimi açık tutmakta zorlanmıştım. kendimi "bitkin" hissediyordum. saat üçe doğru sürünürken odaya gelmiştim. tek isteğim kendimi yatay bir düzleme bırakmaktı. birden bir mesaj sonra... o dediğim yurt bursu başvuruları için son gün 4 nisanmış. birden ayağa fırladım. acil durum eylem planımı oluşturdum. sonraki birkaç saat içinde sırasıyla şunları yaptım: anne babanın yalovadan alınacak belgeleri toplamak üzere örgütlenmesi, duş, o anda oje değiştirmenin ne kadar lüzumsuz olduğunun farkına varılması, ceyda'nın anahtarlarının beyaz nike'ların içine bırakılması, zamanı dolmuş kitapların kütüphaneye bırakılması, burs ofisinden doldurulacak belgelerin alınması, yalova'ya uçak(!) bileti alınması, vukuatlı nüfus kayıt örneği almak üzere şişli'ye doğru yola çıkılması(akbilin yurtta unutulması), akşamki dans çalışmasına gidemeyeceğimin gerekli mercîlere iletilmesi, günün doğum günü çoçuğuna bir mesaj atılması, otobüsteyken anneden vukuatlı n. kayıt örneği dahil olmak üzere tüm belgelerin tamamlandığına dair bir sözlü mesajın beyinde anlamlandırılması, şişli'de nt'ye girip bütün ucuz elektronik aygıtlara mel mel bakılması, çok amaçlı olduğu kadar gereksiz(?) bir şarj aletine bir miktar para dökülüp dışarı çıkılması, şişli'nin ara sokaklarından birinin bir köşesindeki bir metrekarelik alanda aşağı yukarı yürüyerek telefonda konuşulması, cevahir'e gidip saate bakılması, bir adet yürüyen merdivenin yürüyerek çıkılması, ters istikamette giden yürüyen merdivenle geri inilip otobüs durağında beklenmesi, birinin arayıp performans fotograflarını getirdiğini, akşam sekize kadar taş odada olacağını söylemesi, 59R'den inilip otostop çekerek güneye inilmesi, taşodadan cd'lerin alınıp koşa koşa yurda dönülmesi, bu sırada karşılaşılabilecek tüm insanlarla karşılaşılması, yediyi on geçe yurda ulaşılması, iki-üç dakikada tuvalete gidilmesi, dolaptaki kazakların çantaya tıkıştırılması, usb kablosunun, biletin, cüzdanın, mp3çaların, calvino'nun unutulmaması, marketten muz, süt ve çikolata alınması, servise yetişilmesi, pfff.. yoruldum tarzan gibi isim-fiiller sıralamaktan. neyse işte, alibeyköy'de otobüs beklerken dur şu alete bir bakayım dedim, bu şarj cihazı pille çalışıyormuş. düşünebiliyor musunuz! hem ışığı bile var. bu konudaki çok değerli yorumlarımı sonra bir ara yazacağım. otobüsle dudullu'dan geçerken bizim dudullulu dul dudu adında bir oyuncak bebeğimiz vardı, onu hatırladım. sonra kardeşlerimin bir ayıcığa çenenin hızlıca kapatılmasında çıkan sesi isim olarak koymaları olayı vardı.. sindi bebekleri falan hatırladım. güzel dudaklar boş suratlar falan.. bir de o bebeklerin hayat standardıyla(mesela bazılarının çok teferruatlı saç takımları, çifter çifter giysileri, ayakkabıları çantaları falan olurdu) sahiplerinin hayat standartları arasında doğru orantı olduğunu fark ettim. işte o süper konforlu yaşayan sindi bebeklerin sahibi hatunlar da büyüyüp sindi bebek kadar oldukları zaman, onların da bir sürü süper giysileri, ayakkabıları, çantaları, eşyaları, kocaman evleri olur, hatta bir de bazılarının pavır rencırs sevgilileri olur. bizim sindi bebeklerimiz saçını süpürge ederdi(literally) çocukları için. vallahi sindi bebek saçıyla silgi tozu süpürdüğümü hatırlarım ben. zaten sindi bebeklerimiz de gerçekten 'sindi' diye yazılan sindi bebek olurdu. kendimiz süper kreasyonlar yaratırdık eskimiş çoraplarımızı keserek, dikerek... ayak kokan giysiler, hahhahahhaa... ama sindi bebeklerimiz dandik olduğu için giysileri giydirmeye çalışırken çok bastırırsak bi tarafları içine göçerdi. hey gidi günler.


hâlâ fener yendiği zaman babamla sevinebiliyorum. bu çok iyi.

No comments:

Post a Comment