Sunday, 23 March 2008

drawing breath

ahşap kapıdan girip loş odanın ortasına kadar gittim. adam masada oturuyordu. kocaman bir adamdı. başını öne eğmişti. odada ikimizden başka kimse yoktu.

adam başını kaldırdı. göz göze geldik. yavaşça sandalyesinden kalktı, yanıma yürüdü. oda sessizdi. boş duvarlarda ayak seslerinin yankıları... dibime sokuldu. nefesini yüzümde duyabiliyordum. ancak göğsüne geliyordum. hâlâ göz temasını koruyorduk. gözleri renkliydi. ellerini göğüs hizasına kadar kaldırdı. elleri isli, karalıydı. beyaz gömleği de öyleydi. yavaş yavaş düğmelerini açmaya başladı. bunun nereye varacağını bilmiyordum. üç saniye sonra ne yapacağını bilmiyordum. gerildim. artık gözlerine bakmıyordum.

göğsü de isliydi, azıcık kıllı.. biraz bekledi, sağ elime uzandı. elimi ne yapacaktı?

elimi tutup kalbinin üstüne koydu. tıp.. tıp.. tıp.. sakin, masum kalp atışları. iki elini elimin üstüne kapattı, birlikte nefes aldık. elleri sıcacıktı. elimi bırakıp masaya yöneldi. başıyla gel işareti yaptı. döşemede takır tukur ayak sesleriyle masaya yürüdük. masanın üstü de isliydi. on-on beş beyaz kese kağıdı yığılıydı bir yanda. bir yanda da füzen boyaları vardı. önüne bir kese kâğıdı alıp usul usul iki yanını da karaya boyadı. sessizce izledim. kese kâğıdını ağzına götürüp şişirdi. birlikte duvarın yanına gittik. duvarda boy aynası gibi bir beyaz kağıt asılıydı. güm! kese kâğıdını o beyazlığa vurarak patlattı. nefes havaya karıştı. beyazın üstünde dağınık, gri bir iz kaldı. patlak kese kâğıdını diğerlerinin yanına, yere koydu. sonra dönüp gitti. ben yalnız kaldım.

No comments:

Post a Comment