Sabah gözlerini açtığında gördüğü ilk şey bir el lekesi oldu. İkinci elciden dün aldığı gardırobun sol kapağında bir sol el lekesi. Dolabı getiren hamalların elidir, diye düşündü. Ya da belki ikinci elcinin. Daha önce dolabı incelemiş, kapaklarının kapanırken birbirine sürttüğünü görünce almaktan vazgeçmiş başka müşterilerin de olabilirdi. Dolabın önceki sahibinin de… İyi silememişim demek ki, dedi kendi kendine.
Bu lekeyi bırakan elin kendi eli olmadığına o kadar da emindi işte. Çünkü o, daha birkaç hafta önce sol kolunu tümden aldırmıştı. Yok, öyle habis bir hastalıktan filan değil; kendi isteğiyle aldırmıştı. Ona sorsanız, çok da iyi yapmıştı. Önceleri yüzü hep ölüme dönüktü. Gereksiz bulurdu yaşamayı. Ona göre yaşayan bunca canlı, ağaçlar, hayvanlar hep dünya denen koca toparlak taşı sarmış fena yaratıklar gibiydi. Hani nasıl dışarıda bıraktığınız yiyeceği bir hafta sonra allı yeşilli küfler, böcekler, sinekler içinde bulursunuz, dünya da öyleydi. Sadece onun çok daha uzun bırakılmışı. Bu çirkin, lüzumsuz oluşumun bir parçası olmak istemiyordu.
Eh, demişti. Madem bu kadar ölmek istiyorum, işe sol kolumdan başlayabilirim. Gitti doktorlara, nah bu benim sol kolum bana fazla, kesin gitsin, dedi. Onları ikna edebilmek için sağdan soldan duyduğu, daha önce başarılı olmuş taktikleri de uyguladı. Doğduğumdan beri yanlış bedende yaşıyorum, kendimi hiç bu sol kola ait hissetmedim. Sol kolum beni ben olmaktan alıkoyuyor. Zaten çoğu zaman sanki sol kolum yokmuş gibi yaşıyorum, onu hiç kullanmıyorum. Aynada sol kolumu gördüğümde kendimden tiksiniyorum, dedi.
Doktorlar şaşkındı, ama birinin sapasağlam, sorunsuz işleyebilen bir uzvundan kurtulmak istemesi ilk defa olmuyordu. İnsanların bazen başkalarının gözünde kabul görmek, bazen kendi kendilerini kabullenebilmek için bedenlerine yaptıklarının sonu yoktu. Kendine çirkin gelen benleri aldırmak, burun kemiklerini törpületmek, göğüslerini küçülttürmek yasalara göre mümkündü. Biri takılan protez bir uzuvdan vazgeçebilirdi, onu ne kadar uzun süre kullanmış olsa da, o protez ne kadar onun hayatının bir parçası haline gelmiş olsa da bir gün gelip ben bu protezi artık istemiyorum diyebilirdi. İnsan saçını sıfıra vurabilirdi. Doğuştan fazla olan bir parmağını aldırabilirdi. Penisini kestirip vajina yaptırabilirdi. Belini inceltmek için kaburga kemiğini aldıran bile vardı. Yediği içtiği ayrı gitmeyen, nefesi aynı kokan sevgililer, eşler birbirinden ayrılırdı. İnsan bu ya, parasız kalınca böbreğini satardı. Rahminde büyümekte olan bebekten vazgeçebilirdi. Türlü ilaçlar alıp hormonlarını değiştirebilirdi. Gerçekten ölmek isteyen insanın ölmesine de mani olunamazdı. Öyleyse bu sol kolundan kurtulmak isteyen kadına neden itiraz etsinlerdi.
Kadın, bu kararı verirken aklının başında olduğunu gösteren birtakım belgeleri teslim etti ve çok geçmeden ameliyata alındı. Anesteziden uyandığında farklı biriydi. Zafer ve başarı duygusuyla doluydu. İstediği olmuştu işte. Artık, bedeninin bu haliyle alışması gereken koca bir hayat vardı önünde. Klavyeyi beş parmak kullanacaktı, temizliğini tek elle yapacaktı, ekmeğini tek eliyle bölecekti. Başka insanlar onu tek kollu haliyle yeniden tanıyacaktı. Herkese kolunu kestirişinin hikayesini anlatacaktı. Kolunun olması ya da olmaması değil, böyle bir işe kalkışmış olması olacaktı onun kim olduğunu söyleyen. Ne kolunu bir kazada veyahut bir hastalıkla kaybetmiş olanlar anlayacaktı onu, ne iki koluyla mutlu mesut gezenler. Sol kolunun göründüğü fotoğraflara bakacaktı. Rüyalarında sol kolu yerinde olacaktı. Uyanıkken de bazen o varmış gibi hissedecekti. Var ile yoku dibine kadar deneyimleyecekti. O hissiz halinden eser kalmamıştı. Sol kolunu özlemek bile ne güçlü bir histi. Beşinci katta oturuyordu, şehirde onca kule vardı, marketlerde onca delici, kesici alet üç otuz paraya satılıyordu, eczaneler tepeleme zehir doluydu. Bu sefer o yaşamak istiyordu ama. Güneşte uzanmak, bir sürü kitap okumak, tek eliyle o beşinci kata kedi kumu taşımak istiyordu. Konuşmak istiyordu, dinlemek istiyordu. Biraz azalmak onu çoğaltmıştı. Ne diye azalmadan bir türlü çoğalamadığını düşünüyor, biraz üzülüyor biraz seviniyordu. İşte kadın sol kolunu böyle kestirmişti. Ona sorsanız, çok da iyi yapmıştı.